Hani der ya “dünyayı pasaportsuz gezen gerçekler değil hayallerdir” diye.İnsanların belki de birbirlerine en yakın ama aynı zamanda bir başına oldukları İstanbul’un otobüslerinde gezinirim dünyayı.
Önce kendi küçük dünyamla başlarım işe.
Yüreğimin kuytu köşelerine düşmüş kırıntıları ayıklarım.
Ardından beynimdeki kitap kataloglarını alfabetik sıraya sokar, kurduğum devlete bir ad takarım.
Binalarım sadedir, yollarım ise yal taşlarından örülmüş sisli bir patika.
Kuşlarım bazen en güzel şarkıları söyler, bazen de suspus olup tüner bir yerlere.
Dağlarımda her dem kar vardır hüzünle yaşamın birleştiği soğuk iklimler gibi.
Gökyüzümde güneş ve ayı görürüm.
Gece olmuş ama güneş sönmemiş hala.
Okyanusum yoktur,
Çorak sahramdaki gölümde türlü balıklar beslemeye çalışırım.
Beyhude bir bekleyiştir bilirim ama beklerim delice büyüsünler diye.
Çıktım kendimden ve kendi dünyalarından habersiz bekleyen insanları gördüm.
Seyre daldım dünyaya ve bir buse gönderdim hem acıya hem de sevdaya…
h.e.
