16 Ağustos 2009 Pazar

Yeniden başlangıç

Olur ya
Yeni bir başlangıç ve farklı bir yol güzergâhı.
Bazen durgun bir nehir bazen de hafif bir yel olmak ister insan
Yıldızlar daha bir başka parlar
Bulutlar daha bir başka seyreder göklerde.
Yok oluşları yaşayan dünya misalidir hayatlar
Toprak aynıdır, mekân aynıdır ama yeni bir yeşerme ve yeni bir filiz belirir
Kalabalıklar arasında yürüyen bedenim umutla kederin birleştiği noktada tıkanır kalır
Yeni özlemler peşindedir ve yeni acılar…
Yalnızlık değişmez, gelir ansızın
Vurur pervasızca
Sarılırım yine çocuğun onu dövdüğü annesine sarıldığı gibi yalnızlığa
Sarılırım yine vursa da…
h.e.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Senden Gidiyorum Pusulasız

Senden gidiyorum pusulasız.

Avare bir gezgin, yolunu kaybetmiş bir karınca, çiçeğinden ayrılan bir polen gibi gidiyorum işte.

Rüzgâra bıraktım ruhumu zamansız sararan gazeller gibi.

Gidiyorum, çölün ortasında, kör bir vadide akan bir damla olarak…

Kalanlar yanar derler

Kalanlar ağlar

Oysa gidenler de kalmıştır yalnızlıklarda

Savrulmuştur hazan yellerindeki taneler misali.

Kışa gülümsemiştir

Senden gidiyorum pusulasız

Gülümsüyorum…

h.e.

21 Haziran 2009 Pazar

Hayaller Kuruyoruz


Ufukla denizin buluştuğu çizgiden gemiler geliyor bir bir.
Yok olmaktan kaçışır gibi…
Böğürtlenlerin arasından, yıkık surların yanından Karadeniz’in durgun sularına bakarak yalnızlık hissini yaşamak dostla ve dostça.
İnsanın bir sigarayı söndürüp diğerini yakası geliyor
Hoş bir müzik çalıyor en hüzünlüsünden
Gözlerimiz yaşarıyor.

Mazilerimiz farklı ama nedense aynı hisleri yaşıyoruz
"Mevlana der ya, "dostundan ayrılan ne kadar konuşsa da
O yine dilsizdir…"
Sessizliğini paylaşmaya devam ediyor
Yüreğindeki sırları saklıyor her zamanki gibi

Yine ufka bakıyorum yine boşluktayım.
Ey gözleri terennüme hasret dünyamız
Sana senden geleli kaç yıl oldu ki
En zor sınavlardan geçtik ve beden kafesinde çakılı kaldık amansız
Her dem zıtlıkları yaşadık.
Senin içinde sana hasret sana özel hayaller kuruyoruz
Özlüyoruz…
h.e.

13 Haziran 2009 Cumartesi

Ne Çok Yoruldu Bu Şehir

Bu şehrin defterinden kara kalemle çizilmiş ne çok hayat silindi.
Yeniden başlangıç ve yeniden çöküş yaşadı binlerce can.
Umut kapısıydı burası, ana kucağıydı. Çekilen ızdırapların bittiği, güzel günlerin beklentisiydi bu yaşlı topraklar.
Uzaktan ebrulu bir parşömendi ama bilmezdi insanlar aslında gri tonlu resimdi.

Ne çok yoruldu bu şehir…

Binlerce yılın asaletinden harcadık
Harcadıkça harcandık
Siyah – beyaz bir karede belli belirsiz karartı
Ve silinmeye az kaldı…

h.e.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Seyre Daldım

Hani der ya “dünyayı pasaportsuz gezen gerçekler değil hayallerdir” diye.
İnsanların belki de birbirlerine en yakın ama aynı zamanda bir başına oldukları İstanbul’un otobüslerinde gezinirim dünyayı.
Önce kendi küçük dünyamla başlarım işe.
Yüreğimin kuytu köşelerine düşmüş kırıntıları ayıklarım.
Ardından beynimdeki kitap kataloglarını alfabetik sıraya sokar, kurduğum devlete bir ad takarım.
Binalarım sadedir, yollarım ise yal taşlarından örülmüş sisli bir patika.
Kuşlarım bazen en güzel şarkıları söyler, bazen de suspus olup tüner bir yerlere.
Dağlarımda her dem kar vardır hüzünle yaşamın birleştiği soğuk iklimler gibi.
Gökyüzümde güneş ve ayı görürüm.
Gece olmuş ama güneş sönmemiş hala.
Okyanusum yoktur,
Çorak sahramdaki gölümde türlü balıklar beslemeye çalışırım.
Beyhude bir bekleyiştir bilirim ama beklerim delice büyüsünler diye.
Çıktım kendimden ve kendi dünyalarından habersiz bekleyen insanları gördüm.
Seyre daldım dünyaya ve bir buse gönderdim hem acıya hem de sevdaya…

h.e.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bu Şehir Bir Garip Gider...

Solgun bir yüzle seyre dalmak İstanbul'u...
Ayrı bir melankoli vardır yorgun ve hastalıktan halsiz düşmüş bedenimde.

Şarkılar yüreğimi yakar bir de sigaranın dumanı ciğerimi
İstanbul Gül Şehri mi bilmem ama gece yarısı rengarenk ışıklarla parlayan İstanbul'un ateşler içinde yandığı kesin...
Günaha doymuş sokaklar, huzuru bulmaya çalışan caddeler, kırgın yürekler, dalgın gözler...
Bu şehir bir garip gider...
h.e.

23 Nisan 2009 Perşembe

Durulmak İstiyorum...

Mavi gökyüzü ile berrak sularıyla huzur veren boğaz, yoğun sis dalgaları olsa bile Unutulmaz…
Şehir sessizliğe bürünüyor yine.
Köprüden geçerken yağmur damlalarının süzüldüğü camdan boğazın üstüne çöreklenen ışık parçacıklarına “düşünce yığınlarıyla” bakmak, yaşlılık hissi veriyor.
Sis geçiyor denizimden…
Tramvayın iniltileri, eski körüklü otobüslerin harıltısı, korna sesleri, rüzgârla savrulan toz zerrelerinin göz kapaklarımızın altında acı veren gezintileri, duman, is, çığlık, ışık, karanlık, koşuşturmaca, keşmekeş, asfalt, siren…
Durulmak istiyorum.
h.e.

28 Mart 2009 Cumartesi

Yankılanmayan çığlık

İçimdeki yangını bilemezsin.
Her akşam düşünce karanlığın koynuna, gözlerim yaşarır,
Yüreğim derinden titrer de kimse anlamaz bile.
Gülüyorum ama çığlıklarımı duyan kim?
Dağlar misalidir duvarlar
Sesimin yankısını bir tek bana yansıtan...
h.e

25 Mart 2009 Çarşamba

Ve siz adil olmak isteyen hakimler.
Ne hüküm verirsiniz, bedenen güvenilir olsa da ruhen bir hırsız olan hakkında?
Hangi cezayı isnat edersiniz, bedenen katleden ama ruhen bizzat kendisi katledilmiş olana?
Ve nasıl dava edersiniz, fiil açısından bir hilekâr, bir gardiyan olan,
Ama aynı zamanda incinmiş ve mazlum olanı?
Ve nasıl cezalandıracaksınız, pişmanlıkları daha şimdiden kabahatlerinden daha büyük olanları?

"Halil Cibran"

27 Şubat 2009 Cuma

İşim Rüzgâra Kaldı...

Nisan yağmuru gibi geldik ama yaz geliyor kavururcasına.
Yine de bozkırımda yağmur bekleyeceğim kuruyan ekinin yeşermeyeceğini bile bile.
Buğdayla samanın karıştığı gibi karıştım.
İşim rüzgâra kaldı bekle ki essin.

h.e

8 Şubat 2009 Pazar

Sessizlik

Tozdan göz gözü görmüyor
Toprak kokusunu unuttum ve suya hasret dolaşıyorum pervane misali yanmaya hazır.
Yalnızım...
Bende beni sorgularken delicesine, kendi ayaklarıma prangalar vururken, bekletirken kendimi bana inat, umursamazcasına tadıyorum yalnızlığın acısını.
Tadıyorum ve anlıyorum…
Anlıyorum sessizliği…

h.e.

31 Ocak 2009 Cumartesi

Meftun Olarak

Yandım ebedî hüsnüne meftun olarak
Kâr etti dilin ruhuma efsûn olarak.

Sor hal-i perişanımı saysın geceler
Geldim kapına kaç kere meftun olarak.

Kahreyleme ey sevgili şad eyle beni
Görsen ne çıkar bir kere memnun olarak.

Etmek mi muradın beni sermest-i harab
Ta haşre kadar böylece mecnun olarak.

Süleyman Arif Emre